Bir çok yerde ve bir çok farklı ortamda gençlikle ilgili iddialı sözler duyarız. Özellikle de siyasiler çok yapar bunu. Aşırı iddialı cümlelerle gençleri överler, adeta yere göğe sığdıramazlar.
” Sizler geleceğin mimarlarısınız.” Memleketi kurtaracak, insanları felaha erdirecek olanlar sizlersiniz.” ”Bu ülkenin asıl sahibi gençlerdir” gibi manası kelime sayısından çok daha büyük olan betimlemeler kullanılır gençlikle ilgili.
Peki gerçekten de öyle mi? Gençlik gerçekten de kendisine atfedilen sıfatları taşır nitelikte mi? Yoruma açık bir konu. Üzerinde derin derin tartışılabilecek bir mesele bu.
Asıl tuhaf olan şu: Her gelen kuşak kurtuluşu kendinden sonra gelecek olan nesilde gördü, ama her gelen yeni nesil bir önceki nesilden daha iyi olamadı, hatta daha da geriye gitti. Tabii bilimsel ve teknolojik gelişmeleri kastederek böyle bir şey söyleyemeyiz. Bizim kastettiğimiz bireylerin birbirleriyle ve toplumla olan ilişkileri.
Örnek verelim; gençlik yılları 1980’lere denk gelmiş olan bir amca düşünelim. Anılarında hep kendi zamanının güzelliğinden bahseder. Bizim zamanımızda böyle değildi, biz birbirimizle şöyle arkadaşlık ederdik, şöyle vakit geçirirdik, bizim zamanımızda saygı vardı, sevgi vardı gibi geçmiş zamana olan özlemini bildiren sözleri çok duyarız.
Endüstriyelleşme arttıkça birey toplum ilişkileri azalmaya başladı. İletişim araçları arttı ama insan muhabbetleri azaldı. İletişim kurmak kolaylaştı, samimi dostluklar bitmeye başladı. Boşanma sayısı neredeyse evlenme sayısıyla aynı dereceye ulaştı. Hastanelerin sayısı arttı, ilaç çeşitleri arttı, biyomedikal teknolojisi altın çağına ulaştı ama bununla beraber hastalıklar da arttı.
Ve bu durum zaman geçtikçe katlanarak büyümeye devam ediyor. Bir sonraki kuşak kendinden önceki kuşağı aratır hale geliyor.
Gerçekler bunu gösterirken; hal böyle iken kurtuluşu kendimizden sonra geleceklerde aramak ne derece doğrudur?