Duygusallık mı, akılcılık mı? Baktığımız zaman ”mantıkçı” olmak daha ”mantıklı” geliyor insana. Eğer kullanmayacaksak başımızda bir akıl taşımanın gereği ne? Ama gel gelim mantığı ön planda tutmak duygusallara göre kolay bir iş değil.
İşin bilimsel boyutu var bir kere. Beyin loblarıyla ilgili olan kısım. Beyninin sağ lobu daha büyük olanlar, hayalperest ve duygusal olur. Sol lobu daha büyük olanlar ise akılcı ve realist olur. Yani duygusal veya akılcı olmak biraz da kişinin kendi iradesi dışında olan bir şeydir.
Hangisi olmak daha iyidir acaba? Cevaplanması oldukça zor bir soru. İkisinin de artıları var eksileri var. Örneğin mantıkçıların bir kaç özelliğini ele alalım: Hızlı karar alırlar, hedefe ulaşma konusunda daha azimlidirler, irade güçleri daha yüksektir, daha kolay başarı elde ederler ve daha çabuk zengin olurlar ama duygusallara göre daha az keyif alırlar.
Gelelim duygusallara: biraz kararsızdırlar, hayal dünyaları oldukça geniştir, basit şeylerle mutlu olurlar, insanlara ve hayvanlara karşı merhametlidirler, sanata ve felsefeye oldukça yatkındırlar, enstrüman çalmayı kolay öğrenirler, duygularını yoğun olarak yaşarlar ama kolay kırılır ve incinirler.
Bu özelliklere bakıldığında akılcılığın daha avantajlı gibi gözükse de; ikisi arasında bir avantaj dezavantaj ayrımı yapmak pek doğru değil. Dünya var olduğu sürece bu iki insan tipine olan ihtiyaç da var olacak. Çünkü insanoğlu aklına hitabeden şeylere ne kadar muhtaçsa kalbine hitabeden şeylere de o kadar muhtaçtır.
Tarihe iz bırakmış şahsiyetlere baktığımızda kimilerinin yaptıkları bilimsel icatlar, kimilerininse icra ettikleri sanatsal eserler sayesinde ölümsüzleştiklerini görürüz. Bu gruplardan biri akılcı, diğeri duygusal olan türdendir. Görüldüğü gibi bu iki gruba da oldukça muhtacız.
İster mantığımızla hareket edelim ister duygularımızla, önemli olan iyi şeyler yapabilmek, faydalı şeyler yapabilmek ve dünyanın geçici olduğunu unutmamak.